29 Nisan 2017 Cumartesi

On dört yılın ardından...

Profesyonel yaşam bir yere kadar, iş bir yere kadar. 
Sonunda elimizde kalan hisler, kazanım ise insanlar oluyor.

Dün, on dört yıldır çalıştığım şirkette son iş günümdü. Evlenip İstanbul'a gittiğimde - sene 2002 - İzmir'de çalıştığım fabrikadan ayrılmıştım, ne yapacağımı bilmiyordum, iş başvuruları yapıyordum ama pek sonuç alamıyordum. Evimizin kirası, yaşamımızın standardı tek maaşla karşılanamıyordu, birikimim suyunu çekmek üzereydi, iş bulmak zorundaydım. O vakitler kriz yeni atlatılmış akepe iktidar olmuş, filan... 

Hürriyet gazetesinin IK diye bir eki var, pazar günleri çıkıyor, açtım sağ tarafta bir ilan gördüm hem de yakın, Merter'de. Daha önce o ofisi görmüştüm, turuncu bayrakları E-5'ten görünüyor. Eh biz de o vakitler Bakırköy'de oturuyoruz, hep yolumuzun üstü. İş buldum dedim İlker'e ve hemen başvurdum. Net! 14 sene sonra Belçika'daki iş yeri için de aynı cümleyi telaffuz edecek, hem bak Anderlecht'teymiş maçlarına gidersiniz diye geyik çevirecektim. Var bende bir manyaklık;) 


Neyse o yıllar kuzenim Zühre abla Cihangir'de oturuyor, Zincirlikuyu'da boktan bir ofisteki bir iş görüşmesinden umutsuzca çıkıp ona koştum. Birlikte kahvaltı yaptık, sohbet ettik derken yardımcısı kahve yaptı bize. O yardımcı ablanın (adını hatırlayamadım ama kulakları çınlasın) acayip bir özelliği vardı kahve falından geleceğini görürdü, harbi diyorum bak, Zühre ablamın - avukattır kendisi- öyle  kaç davasını bilmişliği varmış. O sabah benim falıma baktı, "seni birazdan arayacaklar, oradaki işe gireceksin, hep şikayet edeceksin ama hep de çalışacaksın" dedi ve ben fincanı yıkarken telefonum çaldı. Bil bakalım kim?

Aynen dediği gibi bir on dört sene geçirdim. Nasıl şikayet etmezdim? İşe girdiğimde satış mühendisliğine başvurmuştum ama iyi ingilizcem - belki de kötü satışçılığım, satışta tecrübesizliğim ya da satışta erkek olur zihniyeti - yüzünden farklı bir departmanda başlatıldım. İlk üç ay ofisin çaycısından daha düşük maaşa çalıştım. Hafta sonu seminerine davet edilip çay ikramı bile yaptırıldım. Mühendisim lan ben demedim gocunmadım köpekler gibi çalıştım. Allah biliyor ya - ha bi de o abla bildi- çok şikayet ettim. İnkar edecek değilim. Bir defa istifa ettim, istifam geri alındı, pozisyonum değiştirilip durumum düzeltildi. Sonraki yıllarda bir de basar giderim diyecek amma ve lakin şahsıma kapı gösterilecek, buyur edilecektim. Kapasitemin, donanımımın ve eğitimimin çok altında işlerin hamaliyesini üzerime aldım, hiç yapmam demedim. Piştim, pişmeyi bırak çifte kavruldum. 

İzmir'e gideceğim dediğimde allah için devam et dediler, ilaç gibi geldi. Demeseler muhtemelen gelemezdik İzmir'e. Ama ben de bunun altında kalmadım, kendimi ispat edeceğim diye karnım burnumda 26 defa seyahat ettim, İtalya senin Dubai benim her yeri gezdim. Çocuğumla bir ay hastanede kaldım oradan bile çalıştım, hey yavrum hey... 

Bir dönem pasifize edildim, yetkilerim alındı, sorumluluklarım alındı, işi bırakma noktasına geldim, hala da derim, bırakmalıydım belki de, bana yakışan bu olurdu, temiz. Ama o dönem ne maddi ne manevi bunu yapacak durumda değildim, kaldım. Bu kararım sayesinde başka bir yönümü keşfettim. Artık hiçbir şeyi kişisel algılamıyordum. Törpülendim, işi merkeze almamak gerektiğini öğrendim. Özellikle Zeynep ve Elvan, sonra kitap kulübündeki kız kardeşlerim bana iş hayatına başka bir taraftan bakmayı öğrettiler. 

On dört yıl, işte böyle geçti. ve geçtiğimiz hafta işteki son haftamdı. 

Nisan ortasında, İstanbul'a gittiğimde genel müdür, on beş yıllık verileri içeren bir rapor hazırlamamı istemişti, ancak ilgilenebildim. Rakamları bulmak için eski sunumları deşmek, tek tek dosyaları kurcalamak gerekiyor. Ben bizim şirketin ayaklı tarihlerinden biri olduğum için benden başkasının bu bilgilere ulaşamayacağını, rakamları yorumlayamayacağını biliyor tabii, haklı.

Bütün çalışmaları indirdim, iyi de oldu zira bir kısmı merkeze geri gönderilecek, bir kısmı da geri dönüşüme... Tabii küçük çapta bir nostalji yaşadım. "Hey gidi" dediğim çok oldu. Dile kolay, on dört yıl. Gözlerin doldu mu, boğazına bir yumru oturdu mu diye soranlara peşinen söyleyeyim, hayır, katiyen. Hatta kendime çok da kızdım. Yapabildikçe üzerime aldığım görevlere, o görevleri layıkıyla yapmak için didinmeme ve kimi zaman ezilmeme, buna izin vermeme kızdım.

Tüm bunları yapmayabilirdim de, sonuçta benim tercihim ama ben, ben olduğum için yaptım, başka türlüsü vicdanımı rahatsız ederdi bence, olmazdı.

Perşembe sabah ofisin anahtarını teslim ederken, "ay artık yoruldum, bitse de gitsem" diye yakınıyordum, akşamına veda mesajını yazdığımda gözlerim doldu. Vay be dedim, ne kadar bıksam da on dört yıl...

Ve dün, merkeze gittim. Bilgisayar teslimi, telefon hattı, üzerimdeki yazılımların devri vs... Genel müdürümle uzun uzun sohbet ettim, arkadaşlarımla tek tek vedalaştım. Gözlerim dolmaya yakın kaçtım bu defa, eh perşembeden tecrübeliyim, konuşmaya başlayınca gözyaşları sel oluyor.

Öğlen on yıldır çalıştığım derneğe gittim, bir de onlarla ve diğer ofisten arkadaşlarla vedalaşma ve derken havaalanına koştum. Bu satırların büyük kısmını da uçağı beklerken yazdım, biramı yudumlarken...

Hiçbir ayrılış yok ki hüzün olmasın, lakin tesellim var,  iş yaşamının tüm zorluklarına rağmen güzel insanlar biriktirmişim. Demek ki, kimseyi kırmamışım, kimseyi üzmemişim ki, ben vedalaşırken herkes çok üzgündü. Herhalde hem maddi hem de manevi anlamda bu kadar iyi bir ayrılık,  pek az insana nasip olur, şükür... Şükür ki, bir kapıyı açarken ardımda bir kapıyı kapatmadım, kapının hep açık olacağını bilmek, güzel...



5 yorum:

GeCe dedi ki...

En önemlisi insanın vicdanının rahat olması, ben de gereğinden fazla emek vermiştim ama kimsenin hakkını yemedim ayrılırken diyorum şimdi vardın benden gitsin. Çok güzel günler sizin olsun Yeliz'cim

Azize dedi ki...

Hayırlı olsun :-)
Ben de 17 yıllık işimi bırakmıştım.İyi hayallerim vardı, o zaman çok hoş oluyor gerisi. Umarım sizde de öyle olur.

Life of pi dedi ki...

Hayırlı olsun Yeliz, anılar hep seninle. Belçika'ya hoş geldin. Sevgiler

okuyanguzel dedi ki...

Hayırlı olsun. Bundan sonra her şey daha da güzel olsun.

arda'nın annesi dedi ki...

Şu fal bakan abla iyiymiş; her avukata lazım :)) Yolunuz açık olsun Yeliz, istediğiniz gibi olsun her şey...